tr
Ali Kuzu

El-Cezeri

Berätta för mig när boken läggs till
För att kunna läsa den här boken överför filer i EPUB- eller FB2-format till Bookmate. Hur laddar jag upp en bok?
Cizreli büyük mucit… Bilgisayarların temellerini atan alim, fen ve teknik adamı… Robot, saatler, su makineleri, şifreli kilitler, şifreli kasalar, termos, otomatik çocuk oyuncakları gibi 60 makine mucidi ve dünyanın ilk sibernetik bilginidir. Tam ismi, Cizreli Ebul-iz ya da Avrupa'nın bildiği ismiyle El Cezeri / Al Jazari olan bu mucit, iş mühendisi, zanaatkar ve sanatçıdır. Matematikçi ve astronom Türk bilgini, bundan 800 küsür yıl önce (1136–1206) yılları arasında yaşamıştır. 1183 yılında başlayıp 25 yıl süren icatlar katoloğunu o zamanlar resmî dil olan Arapça ile yazmıştır. Cizreli, bütün icatlarını Leonardo'dan çok daha önce yapmış ve kitaplaştırmıştır. En ünlü eseri «Maharetli Mekanik Cihazların Bilgisini İçeren Kitap»tır. Bu kitabın üç nüshası kütüphanelerimizin depolarında 800 yıl saklanmıştır. Ancak, geç de olsa Avrupalılar tarafından yine de bizden önce keşfedilir. Otomatik makineler tarihinde çağın doruğuna erişmiş büyük Mühendis İbni Razzaz Cesari adıyla saygıyla anılır. Sibernetik alanın en büyük dâhisi kabul edilen; fizikçi, robot ve matriks ustası bilim insanı El Cezeri yine Cizre'de ölmüştür.
Den här boken är inte tillgänglig just nu
104 trycksidor
Har du redan läst den? Vad tycker du om den?
👍👎

Intryck

  • b6592772144delade ett intryckför 5 år sedan
    👍Värt att läsa

Citat

  • Faik Eryaşarhar citeratför 5 år sedan
    Bunun üzerine Ertuğrul Fırkateyni ile Osmanlı Özel Nişanı ve yanında diğer hediye ve nişanlar, Osman Bey tarafından Japon imparatoruna takdim edilir.

    Tarih kitapları ve Osmanlı Arşivlerinde bu olaylar belgelerle sabittir. Fakat bilinmeyen konu şudur: Peki “Alamet” isimli, ezan okuyan, saatli robottan neden hiç söz edilmez! Bu işin sırrı da şudur:

    Belgeler de şöyle der:

    “Osmanlı nişanları, hediyelerle beraber Japon imparatoruna takdim edilmiştir.” Bu kısımlar Japonlara ait belgelerde ise şu şekilde mevcuttur: “Osmanlı Devleti adına, Sultan Abdülhamid Han’ın elçileri, Osmanlı nişan ve hediyelerini Japon imparatoruna sunmuşlardır.” İşin püf noktası, Alamet’ten bahsedilmemesinin sırrı burada saklıdır.

    Şimdi lütfen dikkat buyurun: Osmanlıca, alamet demek, nişan, işaret demektir. Yani alamet kelimesinin Osmanlıca lügat karşılığı nişandır. İşte sır budur. Alametten; Nişanlar ve Hediyeler olarak kayıtlarda bahsedildiğinden, Alamet adeta kamufle olmuştur. Yani bilerek bir saklama yoktur. Bugüne kadar tarihin tozlu sayfalarında saklı kalmış bir hakikat böylece ilk defa gün yüzüne çıkmış oldu.

    Fakat yine de akıllara bazı soru işaretleri gelebilir? Mesela, Japonlar niye bu robot (Alamet) gerçeğini ifşa etmemişlerdir? Bu soruya şöyle yanıt bulunabilir: O dönemlerde Japon Hanedanlığı karışıklıklar yaşıyordu. Saraylar ve bazı özel hediye mekanları yağmalandı, soyuldu. Alamet o karışık dönemde, bu soygunlar esnasında birinin eline geçmiş olabilir. Bir başka soru işareti ise; O dönemlerdeki saat firmaları acaba Alamet’ten ilham almış olabilirler mi?

    Mesela, Seikosha Saat Fabrikası 1892 yılında kurulmuş, 1899 yılında ilk alarmlı saati piyasaya sürmüştür. 1881 yılında Kintaro Hattori tarafından Seiko Co. Limitet Şirketi kurulmuştur. Soru şudur: Acaba “Alamet” bu saatlere ilham olmuş mudur? Acaba “Alamet”in üzerinde bulunan 7 ustanın baş harfleri bir şeyler ifade ediyor mudur? Ezan okuyan saatlerin menşeinin Japonya olmasında acaba ne kadar Alamet’in etkisi vardır? Bilinmez ama bilinen bir şey varsa; ilk ezan okuyan ve robot sayılabilecek saati dünyada ilk defa Sultan Abdülhamid Han sahneye çıkarmıştır.

    Sırdaş, Alamet’le ilgili olarak Sultan Abdülhamid Han’a tarihî bilgileri okur ve Kara Kaplı’ya kaydeder. Sultan Abdülham
  • Faik Eryaşarhar citeratför 5 år sedan
    açar. Fakir Dede, Musa Dede’yi neşeye boğan şu bilgileri vermişti: Frenk icadı gramofondan ilham alınabilir. Edison, 1877 yılında fonograf cihazını bulmuştu. Ses kaydı yapan bu cihazı önerir. Gramofonun 1887 yılının 20 Eylül’ünde Emil Berliner tarafından patenti alınmıştı. Yani ezan okuyan saat yapmak mümkündü.

    Hemen çalışmalara başlandı. Kısa bir süre sonra, semazen şeklinde, normal bir insan boyuna yakın, saatli bir robot yapıldı. Robotun özellikleri şu şekilde idi: Kaideye oturtulmuş gövdesi; saat başı sema ediyor, bu esnada kollarını açıyor, gümüş levhalardan yapılmış etekleri açılıyor ve aynı anda ezan okuyordu. Etek kısmının üstündeki mazgallardan ezan sesi geliyordu.

    Öyle bir mekanizma kurulmuştu ki tüm bunları yaparken yarım metre yürüyor, hem dönüyor ve ezan bitince de tekrar yarım metre geri giderek yerine dönüyor; kollarını ve eteklerini indiriyordu. Robotun tamamı gümüş ve altın kaplamadan yapılmıştı. Robotun arka kısmında kurma yeri mevcuttu ve yedi günde bir kuruluyordu.

    Robotu Sultan Abdülhamid Han’a gösterdiklerinde, Sultan çok beğenmiş ve biraz da şaşkınlıkla; “Bunun ismi Alamet olsun. Bu tam bir alamet!” demişti.

    Alamet’in, gövdesinin boyun kısmına yakın yerinde; altın işlemeli ayyıldız, eteğindeki mazgalların altında ise Osmanlı Devlet Arması bulunuyordu. Sağ kolunun altında ise bu projede yer alan ustaların baş harfleri yer almıştı.

    Sultan Abdülhamid Han; asrın harikası, sanat ve teknoloji eseri olan, ezan okuyan bu robotu, Ertuğrul Firkateyni ile Japon imparatoruna, özel bir mektup, başka hediyeler ve nişanlar ile beraber göndermişti.

    Firkateynin, kafile Başkanı Albay Osman Bey, gemi komutanı da Yarbay Ali Bey’di. Temmuz 1889 yılında İstanbul’dan yola çıkan gemi, 7 Haziran 1890 tarihinde Japonya’nın Yokohoma limanına varmış ve Japon Hanedanı’nca görkemli bir törenle karşılanmıştır.

    Şimdi, bu Alamet isimli ezan okuyan saatin varlığı bugüne kadar niye bilinmedi? Biraz bu konuyu irdeyelim: Japon elçiler İstanbul’a gelip, Sultan Abdülhamid Han’a Japonya’nın en büyük nişanı olan Krizantem’i verdiklerinde, mukabiliyet esasına göre, kendilerine Abdülhamid Han’ın da Osmanlı Devleti adına Japon imparatoruna bir nişan verip vermeyeceği sorulur.
  • Faik Eryaşarhar citeratför 5 år sedan
    Bu nişan, Sultan Abdülhamid Han’a takdim edilir. Özel mektupta ise Japon İmparatoru, Abdülhamid Han’dan; “İslam dini, ilim ve teknolojik gelişmeler, vakıflar, hayır kurumlar vs. konuları ile ilgili olarak kendilerine Japonca veya Fransızca olarak bilgiler” gönderilmesini rica eder.

    Abdülhamid Han, konuyu Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’ye açar. Osmanlı’nın bilgi ve teknolojisi hakkında bilgi isteyen, deniz aşırı bir ülkeye, eli boş elçiler gönderilemezdi. İlk etapta; tezhipli bir Kur’an-ı Kerim ve daha birçok hediye, elçilerle Japon imparatoruna gönderilir. Diğer bilgiler için de süre istenir.

    Bu süre zarfında Sultan Abdülhamid Han, Yeni Kapı Mevlevihanesi saat sanatkarı, Musa Dede’yi huzuruna çağırır. Musa Dede, saat mekaniğini çok iyi bilen zattı. Sultan, Musa Dede’den “çok iyi bir ekip kurarak, daha önce hiç yapılmamış, eşi benzeri olmayan, teknolojik bir saat yapmasını” ferman buyurur. Bunun üzerine Musa Dede, yedi kişilik bir ekip kurarak çalışmalara başlar. “Daha önce hiç yapılmamış, dengi olmayan nasıl bir saat yapmalı ?” diye derin düşüncelere dalar.

    Birkaç gün sonra, Sultan Abdülhamid Han, çalışmalar hakkında bilgi almak için Musa Dede’yi tekrar huzuruna çağırır. Musa Dede ve ekibinin çizdikleri projeleri inceler ancak bunlardan tatmin olmaz. Çünkü Musa Dede’nin getirdiği çizimler, klasik saat örneklerinin değişik versiyonlarıdır. Huzurda bulunan Derviş Dede’ye fikri sorulur. Derviş, kağıttaki çizimleri inceler ve şöyle der:

    “Bu saat semazen şeklinde olsun. Her saat başı, kollarını açıp sema etsin ve gong çalsın.”

    Sultan Abdülhamid Han, projeyi eline alır, dikkatlice inceler, tefekküre dalar ve dâhiyane şu fikri söyler:

    “Hayır gong çalmasın! Ezan okusun. Öyle bir tertip yapın ki saat başı ezan okusun.” der.

    Kağıda birkaç ayrıntı çizerek Musa Dede’ye verir. Musa Dede, “Ferman Sultanımındır.” diyerek düşünceli bir şekilde huzurdan ayrılır.

    Guguklu, gonglu ve değişik melodili saatler mevcuttu. Bunlar; körük ve mekanik düzenlerle halledilebilirdi ama ezan sesi, insan sesiydi. Bu nasıl yapabilirdi? Sultana;

    “Efendim bu nasıl olur?” demeden huzurdan çıkmıştı.

    Musa Dede, bu düşüncelerde sahafları dolaşırken, Fakir Dede’ye rastlar. Fakir Dede, Melami Mevlevi meşreb bir zattı.

    Musa Dede, konuyu gizlice Fakir Dede’y

I bokhyllorna

fb2epub
Dra och släpp dina filer (upp till fem åt gången)